28 Eylül 2021 Salı

Bir Onsekiz Hikayesi

Aşağıdaki metin, okullarda 18 Mart Çanakkale Şehitleri Anma günü etkinliği için sahne gösterisi hazırlayan gençlerin yararlanması için paylaşılmıştır.

Yaşlı bir adam gazete okumaktadır. Bir süre sonra gazetesini bırakır ve gözlüklerini çıkartarak göz yaşlarını siler. Yanında genç bir çocuk vardır ve psp oynamaktadır.

GENÇ: Neyin var dede?

DEDE: Son gazimiz de vefat etmiş.

GENÇ: Aman dede buna mı üzülüyorsun. Zaten çok yaşlanmıştır.

DEDE: Elinizdeki bilgisayarlar sizin bütün duygularınızı, insanlığınızı emiyor evlat.

GENÇ: Dede gene başlama.

DEDE: Sen bu toprağın bir karışının bile nasıl savunulduğunu biliyor musun?

GENÇ: Biliyorum dede şimdi yine bana Çanakkale’yi anlatacaksın.

DEDE: Sen Çanakkale deyince ne anlıyorsun ki.

GENÇ: Birinci dünya savaşında Çanakkale’yi düşmanlar geçemeyince savaş uzamış.

DEDE: Evet size öğretiyorlar her şeyi ama sadece sayılarla. Ve fayda, zarar hesapları ile. Savaş demek, insan demektir. İnsanın olmadığı yerde savaş olmaz evlat. İnsanın olduğu yerde ise kazanılandan, kaybedilenden fazlası vardır.

 

KORO: İnsanın olmadığı yerde savaş olmaz.

1. ANLATICI: Şimdi size hikaye anlatmayacağız. Rakamlarla konuşmayacağız.

Biz ve onlar diye tarafta tutmayacağız. Size insan hikayeleri anlatacağız. Sizin gibi insanların hikayelerini.

 

1.OYUNCU: (Elinde gaz maskesi vardır.) Al bunu tak. Türkler gaz kullanırsa ölmezsin.

2.OYUNCU: Bunu takmama gerek yok.

(Her ikisi de donmuştur.)

 

2.ANLATICI: İki taraf arasında, ancak birbirleri­ni öldürmeye azmetmiş insanlar arasında görülebi­lir cinsten tuhaf bir sevgi ve hürmet hissi peydahlanmıştı. Hatta kısa bir müddet sonra Avustralyalı­lara gaz maskesi dağıtıldığında çoğu bunu takmak istememiş,   niye takmadıkları  sorulduğunda,

2.OYUNCU: Türkler erkek savaşçılardır, zehirli gaz kullanmazlar

2.ANLATICI: Cevabını vermişlerdi. Gerçekten, harbin başından sonuna kadar Türkler, Gelibolu Yarımadası'nda zehirli gaz kullanılmayacaktı.

 

Bu geçişte müzik kullanılacak. Sonra Koro ile birlikte fonda devam edecek.

 

3.ANLATICI: Öğleye doğru yağmur, zaman zaman durmaya ve kurşuni bulutların arasıdan güneş gözükmeye başladı.

4.ANLATICI: Saat 3'e doğru ölüleri gömme işi hemen hemen bitmiş bulunuyordu. Bu arada iki kriz baş gösterdi. Birincisi, Türklerin saatlerinin İngilizlerinkine göre 8 dakika ileri olduğunun tesadüfen fark edilmesiy­di ki, alelacele saatler ayarlanarak bu yüzden doğabilecek bir felaketin önüne geçilmiş oldu.

İkinci kriz çok daha vahimdi ve az daha müta­rekenin bir fiyaskoyla bitmesine neden olacaktı: Herkes işiyle gücüyle meşgulken, aniden duyulan bir silah sesi herkesi adeta olduğu yere çivileyivermişti. Siperlerin ortalık yerinde, ellerinde kazma kürek çalışanlar bu sesle irkilmiş ve yapacakları bir şey olmadığı için, oldukları yerde put gibi donup kalmışlardı. Ürkek gözlerle bir kendi siperlerine, bir karşı tarafınkine bakıyor, fakat en ufak bir hare­ket yapmaktan çekmiyorlardı. Allahtan o tek silah sesini başkaları takip etmedi ve bir iki dakika son­ra herkes yine işine koyuldu.

Saat 4'te Türk sıhhiye erlerinin sonuncuları si­perlerine çekildi ve Herbert de kendi adamlarını geri gönderdi. Avustralyalılar bu işten hoşlanmışa benziyor, kendi daracık siperlerine dönmeye hevesli gözükmüyorlardı. Nitekim Herbert "Allahaıs­marladık" demek üzere Türk siperlerine doğru son bir defa yollandığında birçoğu onun peşi sıra gittiler.

5.ANLATICI: Herbert o gün bulduğu yeni ahbaplarıyla veda­laşırken bir ara Türkçe olarak,

3.OYUNCU (HERBERT): Şimdi gülüyorsunuz, ama yarın beni vuracaksınız,

1-2-4.OYUNCU: Allah göstermesin,

5.ANLATICI: Diye karşılık ver­diler. Siperden eller uzandı, Türklerle Avustralyalı­lar tokalaştılar. Onlar yerlerine dönerken Türkler arkalarından bağırıyordu:

1-2-4.OYUNCU: Güle güle gidin, güle gü­le gelin!

5.ANLATICI: Saat 4.45'te tepelerin üzerinden bir Türk nişan­cısı bir kurşun attı, Avustralyalılar buna hemen ce­vap verdi ve bir an içinde savaş alanı baştan başa silah sesleriyle inledi.

 

Fonda devam eden müzik yükselir.

Burada vurmalı bir çalgı ile okuma boyunca ritm verilir.

 

6.ANLATICI: Arıburnunda iki taraf da mevzilerine çekilmişti. Bir yan­dan toprağa gömüldükçe gömülüyor, bir yandan da her uygun yer­de ve fırsatta birbirleriyle çatışmayı, çekişmeyi, boğuşmayı sürdü­rüyorlardı.

7.ANLATICI: Bombasırtı en duyarlı yerlerden biriydi. Burası iki yanın mev­zilerinin düğümlendiği noktaydı. Her ikisi için de çok önemliydi. Bırakılamaz bir yerdi. Elinde tuttuğu yeri karşı yana bırakan, cep­hesini büyük tehlikelere açmış olurdu.

8.ANLATICI: Burada birbirine çok yakın iki siper vardı. Bu iki siper arasın­da bütün gün, karşı siperi ele geçirmek amacıyla ya baskına girişilmekte, ya el bombası düellosu yapılmaktaydı.

Bitmez bir boğuşma vardı.

6.ANLATICI: Türkler ya da Anzaklar, bombaları patlamadan yakalayıp geri atmak zorundaydılar. Atamazlarsa bomba patlıyor, siperdekiler parçalanıp havaya uçuyorlardı.

7.ANLATICI: İlk sipere gidenlere kurtuluş yoktu. Yedek siperde bekleyen­ler bunu bildikleri için şehitliğe hazırlanıyorlar. Ön sipere geçme ânı yaklaşınca onbaşı mangasına sesleniyor:

 

1.OYUNCU: Yoldaşlar, hazır olun! Erlik günü, memlekete hizmet bayramı geldi!

Tüm koro aynı anda ayağa kalkar. Sinevizyona yönelirler. Görüntü o dönemden çekilmiş bir taarruz görüntüsüdür.

 

9.ANLATICI: 1915 yılı 23 Nisan'ında, Gelibolu'da 3.Kolordu Kurmay Başkanı olarak bulunuyordum. Saba­hın çok erken saatlerinde kapım vuruldu. Kolor­du Komutanı sesleniyordu:

Reis Bey... Kalkınız. Düşman çıkarma yapma­ya başladı. Mustafa Kemal Bey telefonla bildiri­yor... Yarımadanın batısı Arıburnu ve Sebdülbahir önleri iki yüzden fazla İngiliz, Fransız gemile­riyle kaplanmış bir haldeydi... Bir dağ bataryası ile iki sahra topu ve Kabatepe, Azmak Deresi'ne de on buçukluk bataryayı (15 cm'lik adi ateşli 4 toplu obüs bataryası olması gerekir e.m.) gizlice yerleştirmeyi başarmıştık. Bunlarla düşman üze­rinde oldukça etki gösteren sonuçlar elde ettikse de, cephane sorunu belimizi bükmekteydi. Oysa düşman karadan ve denizden durmadan cepha­ne harcamakta ve adeta bir ölüm yağmuru mevzilerimiz üzerinde ıslık çalmaktaydı. Tekniğe yal­nız insan gücü ve iman ile göğüs geriyorduk... Düşman karaya çıkmaya başlamış, lakin ilerleme­sine olanak verilmiyor, sokulmaya çalışan birlik­leri geriye püskürtmeyi başarabiliyorduk. Yedek kuvvetlerimiz yetişince denize döküleceği kanısındaydık... Fundalıklar arasında, düşmandan bir metre kadar uzakta, iki metre yükseklikte bir san toprak yığıntısı içinde bir telefon ve bir ayaklı dürbün!.. Başında da savaş kıyafetiyle Mustafa Kemal Bey vardı. Beni görür görmez, sarılarak öptüler: Aman, çok iyi zamanda geldiniz! Dür­bünle bakınız. Bizim kahramanlar düşmana nasıl saldırıyorlar görünüz, dedi. Ben o anda gördü­ğüm görüntüyü anlatamam. Kendilerine, Karar­gâhınız hep burada mı kalacaktır? diye sordum

 

Burada Mustafakemal ile ilgili bir şiir veya şarkı.

 

10.ANLATICI: Bir saka neferi Türk mevzilerinin en sağ yanında bulunan Balıkçı Damları yöresinde, savaştan uzak, kuytu bir vadide güzel bir su kaynağı keşfetmişti. Sağ yandaki bölüklerin. sakaları kayna­ğa konuşa konuşa birlikte gidiyor, birlikte dönüyorladı.

Ta uzakta, herhalde Bombasırtı'nda yine bombaların patladı­ğı bir sabah kaynağa yaklaşınca apışıp kaldılar. Anzaklı sakalar da kaynağı keşfetmiş, bidonlara su dolduruyorlardı.

Ne etmeliydi? Silahları yoktu. Kuşkuyla baktılar. Düşman sakalarının da si­lahı yoktu. Dövüşmeli miydi? Su için dövüşmek yakışık alır mıydı? Biri fısıldadı:

 

1. OYUNCU: Su içene yılan bile dokunmazmış.

 

11.ANLATICI: Ama geriye susuz da dönülmezdi. Bu sırada düşman sakaları da Türkleri gördüler. Onlar da bocaladılar. Ne yapmalıydı?

12.ANLATICI: Bidonları hızla doldurup uzaklaşarak kaynağı Türklere bırak­tılar.

Bundan sonra hangi yan erken gelirse öbürü uzakta, görmez­liğe gelerek sırasını bekleyecekti. Yukarılarda, ilerilerde kıyamet koparken, burada gizli su barışı sürüp gidecekti.

Ağustosa kadar.

Ağustosta buralar da alt üst olacak, yer yerinden oynayacaktı.

 

1.ANLATICI: Ateşkes, akşam kararlaştırılan saatte sona erdi. İki yan da ku­rallara uyarak siperlerine çekildi.

2.ANLATICI: Sekiz saat bir tek tüfek bile patlamamış, bir kişi bile ölmemişti.

3.ANLATICI: Ön siperlerden birinde, aralarında Boyabatlı Mustafa'nın da bulunduğu askerlerin akılları karışmıştı. Açığa çıkılmış, düşmanla yan yana durulmuş, yardımlaşılmış, sohbet edilmişti. Komşu ol­muşlardı artık. Şimdi birdenbire düşmanlık başlar mıydı? Bu ka­dar dostluktan sonra ateş edilebilir miydi? Boyabatlı Mustafa yü­reği akarsu gibi temiz bir Anadolu çocuğuydu.

 

3.OYUNCU: Durun hele bir bakayım şu gâvurcuklara, onlar ne ediyorlar?

 

1.ANLATICI: Siperden başını çıkardı.

(Bir tüfek patlama sesi duyulur. 3. oyuncu yere yığılır.)

2.ANLATICI: Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa sipere düştü. Başından vurulmuştu.

Arkadaşları sınırsız bir öfke içinde silahlara sarılıp karşı yanı ateşe boğdular.

Savaş yeniden başladı.

3.ANLATICI: Şehit Boyabatlı Mustafa'nın cebinden Çanakkale Destanı çık­tı.

Burada bir türkü, daha sonra fonda devam eder.

 

4.ANLATICI: 19 Mayıs Taarruzu ile İkinci Kirte Muharebesi

5.ANLATICI: Mayıs ayı muharebelerinde Anburnu cephesinde 19.Tümen'in 19 Mayıs taarruzu ile Seddülbahir cep­hesinde 9.Tümen'in İkinci Kirte Muharebesi büyük önem taşımaktadır.

6.ANLATICI: Her iki cephede de 1 Mayıs'tan itibaren Mayıs ayı boyuncu taarruzlar ve karşı taarruzlar devam etmiştir. Üstelik bunlar gündüz ve gece taarruzları olarak bıkmadan usanmadan sürdürülmüştür.

4.ANLATICI: Bu bir ay boyunca yapılan taarruzları ortaya çı­karan ana etkenler nelerdi.

5.ANLATICI: İki tarafta siperlerde toprağa gömülüyordu. Klasik ve donuk bir savunma durumunda bekle­mek muharebeleri sonuçlandıramazdı. Türk tara­fında zamanın düşman yararına çalıştığı düşünce­si yerleşmişti.

6.ANLATICI: Düşmanın tahkimatını derinleştirmesine kar­şın, kıyıda dar bir şeride sıkışıp kalması Anzak Kolordusu'na yapılacak Türk taarruzları sonuç aldırabilirdi.

4.ANLATICI: İngiliz komutanlığın hazırladığı planın, amaç ve hedefleri müstahkem mevki savunmasını bir an ön­ce temizlemek ve Çanakkale Boğazı'nı "birleşik do­nanmaya" açmaktı. Bu istihbari ya da siyasi yorum değil, operatif bir hedefti. Bunun için de ilk hamle­de Kocaçimen Tepesi platosuna çıkılmalıydı. Bu de­ğerlendirme ışığında Türk tarafı büyük bir taarruz bekliyordu. Dolayısıyla düşmandan önce davran­mak ve onun hazırlıklarını da bozacak şekilde bir genel taarruz büyük yararlar sağlayabilirdi.

5.ANLATICI: Arıburnu cephesine bu kez üç alay gibi toplu ve taze bir kuvvet verilmişti. 125.Alay da henüz hır­palanmamış bir birlikti.

6.ANLATICI: Esat Paşa, Başkomutanlık'tan, Arıburnu taar­ruzlarının devam etmesini istiyorlarsa bir "tümen" verilmesini istemişti. İstenilen tümen hemen veril­di. Böylece, harekâtın yapılmasına engel kalma­mıştı.

4.ANLATICI: Taarruzun ilk hedefi Bombasırtı batısı-Boyun noktası-Merkez tepe hattı olacaktı. Bundan sonraki hare­kât Haintepe ekseninde geliştirilecek ve düşman kuvvetleri çıkış yerlerine sıkıştırılarak denize dö­külecekti.

5. ANLATICI: Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Arıbur­nu Bölgesi Komutam Yarbay Mustafa Kemal başlıca birlik komutanlarını Kemalyeri'ndeki karargâhın­da topladı ve buyruğunu verdi:

3.OYUNCU: Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum.

 

Savaş efekti.

 

7.ANLATICI: ESAT PAŞA ile Fahrettin Bey sabahleyin M. Kemal'in yeni karargâhına geldiler. Ordu Komutanı adına 'albaylığa yükseltildi­ğini' resmi olarak bildirdiler.

İzzettin Bey albaylık yıldızını hazırlamıştı. Esat Paşa kendi eliyle taktı:

1.OYUNCU: Rütbenin sana ve memleketimize hayırlı olmasını, daha bü­yük rütbelere ve makamlara yükselmeni, Allah'ın izni ve yardımıy­la başarılarına başarılar katmanı dilerim.

2.OYUNCU: Teşekkür ederim Paşam.

 

8.ANLATICI: Subay adayı İrfan gece bütün görevlerini yaptıktan sonra, toprağa oyulmuş küçük odasına çekildi, mumunu yaktı. Tabanca­sını kılıfı ve palaskasıyla duvara astı. Ceketim ve potinini çıkardı. Çok yorgundu. Ama bugünü yazmadan uyumak istemedi. Yüzü­koyun uzanıp yazdı:

 

(3.Oyuncu canlandırmayı yapar. Aşağıda yazılanlar dış ses olarak okunur. Fonda ney vb. bir ses.)

 

DIŞ SES: Bugün ilk kez süngü hücumuna katıldım. Benim kılıcım yok, tabancam var. Tabancamı çektim. Yüzbaşılar 'Hücum!3 diye bağırdılar. Ben de haykırdım.

Koşmaya başladık.

Askerler koşarken çevremi alarak beni korudular. Kalaba­lık düşmanın içine rüzgâr gibi daldık. Geride savaşacak düşman kalmayınca, borular vurdu, geri döndük.

Ben mucize hikâyelerine inanmam. Bana, Allah'tan sihir­bazlık bekleyenleri tatmin için uydurulmuş hikâyeler gibi gelir. Mucize evrenin varlığı. Daha başka mucize istemeye gerek var mı? Dönüşte bir söylenti önce takıma, sonra bölüğe yayıldı: Yeni, eski birçok şehit de bizimle birlikte koşmuş, düşmana birlikte atılmışlar.

Yüzbaşıma söyledim. Dedi ki:

'Her hücumda Malazgirt, Estergon, Plevne şehitleri benim­le birlikte olurlar. Hele zafere susamış Balkan şehitleri beni hiç yalnız bırakmazlar. Biraz olgunlaş, bu şehitler senin de yüreğini doldurur, içinde seninle birlikte koşarlar!

Anladım.

 

Tekbirin melodisi çalmaya başlar.

 

9.ANLATICI: Kirte muharebeleri sırasında, bölükler arka sı­ralarda hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hü­cum için emir bekliyor. Askerin tamamı süngü tak­mış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin... Dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şaha­det getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleni­yor:

3.OYUNCU: Yavrularım... aslanlarım... biraz sonra Cenabı Rabbül Alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi! Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim...

10.ANLATICI: Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı;

3.OYUNCU: Çocuklarım... sanıyorum bi­raz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha za­man var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için hem de vakit varken kendi cenaze nama­zımızı kendimiz kılalım. Kabe karşımızda..."

Ar­kadan Oflu Ali Çavuş bağırır:

4.OYUNCU: "Er kişi niyetine..."

10.ANLATICI: O gün yapılan hücumda kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti. Onlar Allah'a verdiği sözü tuttular.

 

Fondaki tekbirin melodisi artar.

 

11.ANLATICI: Anzak kesimi 8 Ağustos 1915 Pazar. Avustralyalı muhabir C.E.W. Bean'in günlüğü:

1.OYUNCU: Bu topraklara "başatı 15 hafta oldu. Bugün hayatımda gördüğüm en alçakça davranışlardan birine tanık oldum. Sığınağın hemen karşısında 100 Türk ve 2 Alman esirinin barındırıldığı tu­tukevi çevresine benzin döküp tutuşturuldu. Çok yakın gelen dev alevler karşısında zavallı esirler tutukevinin en uç köşesine üşüştüler. Bu görün­tüyü seyredip gülüşenler arasında İngilizler de, Avustralyalılar da vardı. Bu işi yapanın ağzını burnunu dağıtacak onurlu bir kişi yok mu aca­ba? Bu iş dün de yapılmıştı çünkü. Oysa bildiği­miz kadarıyla Türkler esir düşen subay ve erlerimize olağanüstü iyi davranıyorlar!'

 

12.ANLATICI: Hastane kâtibi eli boşalınca yatağının ayak ucuna oturdu. Mehmet Çavuş söyledi, o yazdı:

2.OYUNCU: Komutanım, sağ kolumu kaybettim. Zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni üzen ve birliğime katılarak düşmanla çarpışmama engel olan şey, yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak savaşa katı­lamadığım için beni hoş görünüz, affediniz komutanım!

12.ANLATICI: Her şeyi kanıksadığını sanan hastane kâtibinin gözleri yaşardı.

 

Fonda top tüfek sesleri.

 

1.ANLATICI: Conkbayırı 10 Ağustos 1915 Salı, 4. ve son gün, sabaha karşı.

2.ANLATICI: Tümen Komutanı çadır kapısından seslenerek birliklerin ha­zır olduğunu bildirdi.

M. Kemal yatağın içinde oturdu. Uzunca zaman sessizce dur­du. Sonra kalktı. Elini yüzünü yıkadı. Başlığını giydi. Tabancasını kuşandı, kırbacını alıp çadırın önüne çıktı.

3.ANLATICI: Çok güzel, yumuşak bir geceydi. Yıldız yağmurları sürüyordu.

1.ANLATICI: İki alay ile bazı küçük birlikler Conkbayırı ile 261 yükselti-li tepenin sırtları arkasında sessizce hücum düzenine girmişlerdi. Tümen Komutanı, Kurmay Başkanı, yolu bulup da yetişen kur­maylar, alay komutanları ile birlikte birlikleri selamlayarak de­netledi. Alçak sesle subayların hatırını sordu, askerlerle konuştu. Çorbalarını içmişler, birbirleri ve komutanlarıyla helalleşmişlerdi. Bir ayaklarını ve süngülerini ileri uzatmış, bekliyorlardı. Askerler­le birlikte ileri atılacak olan takım ve bölük komutanı subaylar da, kılıçlarını ve tabancalarını ellerine almışlardı.

2.ANLATICI: Hepsi hücuma hazırdı.

3.ANLATICI: Mustafa Kemal ceketinin sağ üst cebindeki saatini çıkarıp çakmak ışığın­da baktı. Dört buçuğa geliyordu. Gün atacaktı. Ortadaki birliğin önünde durdu.

3.OYUNCU: Askerler! Karşımızdaki düşmanı yeneceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Önce ben ileri gideyim. Siz benim kırbacımla işaret vereceğim zaman hep birden atılırsınız. Gazanız mübarek olsun.

1.ANLATICI: Doğu ufku aydınlanıyordu. Uzakta okunan bir ezan dalgala­narak yansımaya başladı.

(Burada ezan sesi duymaya başlarız.)

2.ANLATICI: M. Kemal yüksekçe bir yere yürüdü. Durdu. Askerlerine bak­tı. Soluk şafak ışığında binlerce çelik süngü ve demir yüz parlıyor­du. Subaylar ve askerler de alacakaranlık içinde hayal gibi görünen Komutana bakıyorlardı.

3.ANLATICI: Gece İngiliz gazeteci Ashmead-Barlett sıcağı sıcağına Conkbayırı savaşını yazdı:

2.OYUNCU: 10 Ağustos sabahı Türkler şafakla beraber Conkbayırı'ndan son derece şiddetli bir saldırışla süngü hücumunda bulundular. Hayatlarını küçümseyip alay ederek yapılan bu hücum karşısında birliklerimiz sırtların eteğine doğru çekilmek zorunda kaldılar.

Fakat bu saldırı, karadaki sahra ve obüs toplarımızın şid­detli ateşi ile cezasız bırakılmadı. Türklerin yanaşık düzende ve birbiri gerisinde tertiplenmiş dört piyade hücum hattının şiddetli saldırısı ancak bu etkili topçu ateşi altında kırılabildi. Gemi toplarının hücum safları arasında patlayan mermile­rinin havaya uçurduğu insanlar, parça parça etrafa saçılıyordu. Bu cehennemi topçu ateşi bile Türk saldırısı durduramadı. Son olarak on makineli tüfeğimizin yakın mesafeden yaptığı yarım saat süren ateşle bu saldırı durdurulabildi. Bu tüfeklerin namluları kıpkızıl ocaktan çıkmış bir demir haline gelmişti"

3.ANLATICI: Yazısını sabah Gökçeada'daki lanet olası sansür kurulundan geçirip Londra'ya yollayacaktı.

 

4.ANLATICI: Anzaklar bugün talihlerini denemiş ama hiçbir kesimde so­nuç alamamışlardı. Onlar da gece biraz siper kazacak, biraz din­leneceklerdi.

5.ANLATICI: Bu gece burda da savaş olmayacaktı.

6.ANLATICI: Ama iki yan da çok sinirliydi. Gündüz ki çatışmalar, süngüleş­meler nedeniyle siperler arasındaki alanlar, ölü ve yaralılarla do­luydu. Yaralılar inliyor, su diye yalvarıyor, kimi de ağlıyordu.

Yakınlardaki yaralıları sürükleyerek siperlere alabilmişlerdi. Ama uzaktakilere ulaşmak, onlara yardım etmek imkânsızdı. Ay­dınlatma fişekleri yüzünden her hareket görülüyor, biri bir yaralı­ya yardım için siper dışına çıkmaya yeltense, yüzlerce tüfek birden patlıyordu. İki yan da daha yeni kaybettikleri silah arkadaşlarının acısı yüzünden birbirinden ölesiye nefret etmekteydi. Savaşın ikinci gününde oldukları için duygular çok keskindi.

4.ANLATICI: Anzak siperlerine yakın bir yerde kalmış yaralı bir Anzak su­bayı sızlanıyor, ağlıyor, bağırarak yardım istiyordu.

(Buradan itibaren 4.oyuncu yerde inler.)

5.ANLATICI: Savaştan daha yıpratıcı bir gece geçirmekteydiler. Bu yakarışa dayanmak çok zordu. Yaralının sesi gittikçe kısılıyor ama kesilmi­yordu.

6.ANLATICI: Ay ve yıldız ışığında, karşıdaki Türk siperinden bir tüfeğin ucuna takılmış bir beyaz gömleğin sallandığı fark edildi. En yakın Anzak siperindeki subay ve askerler dikkat kesildiler. Bu olayın anlamı neydi? Türkler durup dururken teslim mi oluyorlardı? Tü­feklerini kurup beklediler. Uzun boylu bir Türk askeri siperden çıktı. Silahı yoktu. Silahsız olduğu anlaşılsın diye siperin önünde, çekinmeden bir an öylece durdu. Sonra sesin geldiği yana doğru cesetlere basmamak için yavaş yavaş yürüdü. Eğildi, yaralı Anzak subayını kucağına aldı.

5.ANLATICI: Anzaklar tüfeklerini doğrulttular. Subayı kendi siperine gö­türmeye kalkışırsa vuracaklardı. Türk askeri yaralıyı alıp Anzak siperine bıraktı. Hiçbir şey söylemeden tekrar sipere döndü. Anzak askerleri ne diyeceklerini şaşırmışlardı.

 

MÜZİK GEÇİŞİ

 

7.ANLATICI: Bugün hayatta olmayan Çanakkale Savaşı gazileri, son günlerinde savaşı anlatmıştı.
8.ANLATICI: Ezine ilçesine bağlı Geyikli beldesinden Halil Helvacı:

4.OYUNCU: 27. alayda Arıburnu cephesinde 9 ay çarpıştım. Bir defasında 3 gün hiç durmadan süngü harbi yaptık. Koskoca alaydan 7 kişi kalmıştık. Sonra bize 10 er daha verdiler. Beni de çavuş yaptılar. Bir gün düşmana Arıburnu'ndaki mevziden ateş ediyoruz. Tetiği çekiyorum tüfek patlamıyor. Yanımdaki arkadaşa 'Tüfek bozuldu galiba' dedim. Arkadaş kontrol ettikten sonra yüzüme acı acı baktı

3.OYUNCU: Senin tüfekte bir şey yok, tetiği çeken parmağın kopmuş be adam'

4.OYUNCU: Deyince acısını o an duydum.

 

MÜZİK GEÇİŞ

 

9.ANLATICI: Yenice'nin Akçakoyun Köyü'nden Mehmet Oral:

2.OYUNCU: Arabistan Savaşı'ndan köye geldiğimin 12. günü Çanakkale cephesine gittim. Anafartalar'da sıhhiye bölüğü eri olarak sargı mahallindeydim. Büyük Komutan Mustafa Kemal'in çadırı da bizim sargı yerindeydi. Mustafa Kemal, Fırka komutanına şöyle sordu: 'Biz mi onlardan toprak istiyoruz, yoksa onlar mı bizden?' Fırka komutanı 'Onlar bizden toprak istiyorlar' dedi. Mustafa Kemal de 'Öyleyse neden biz hücum edip de askeri kırdırıyoruz? Onlar bize hücum etsin, biz onları kıralım, biz kırılmayalım' dedi.”

 

10.ANLATICI: Selim Sırrı Bey (Tarcan) subay çıktıktan sonra İsveç'te beden eğitimi öğrenimi görmüş, beden eğitimi konusundaki ya­zıları, konuşmaları ve gösterileriyle büyük ün kazanmıştı. Önemli bir kültür adamıydı.

11.ANLATICI: İstanbul Erkek Öğretmen Okulu'nda edebiyat öğretmeni olan arkadaşı Ali Ulvi Bey'i (Elöve) ziyarete geldi. Yaz tatili dolayı­sıyla okul büyük bir sessizlik içindeydi. Sözü uzatmadan konuya girdi:

1.OYUNCU: Gençler için yazılmış, coşun­ca, sevinince, yürürken, birlikteyken söy­lenen, söylenebilen, hayatı sevdiren, mutlu­luk veren, insanı canlandıran bir şarkımız, bir marşımız var mı, biliyor musun?

4.OYUNCU:Ben bilmiyorum ama belki vardır.

10.ANLATICI: Ali Ulvi Bey cebinden bir kâğıt çıkardı:

1.OYUNCU: Kardeşim, Çanakkale'de büyük bir zafer kazandığımızı öğ­rendiğim gece sevinçten uyuyamadım. O heyecanla bir güfte yaz­dım. Umarım beğenirsin. Oku lütfen!

 

Dağ başını duman almış

Gümüş dere durmaz akar

Güneş ufuktan şimdi doğar

Yürüyelim arkadaşlar

 

Sesimizi yer, gök, su dinlesin

Sert adımlarla her yer inlesin

 

Bu gök, deniz nerede var

Nerede bu dağlar, taşlar

Bu ağaçlar, güzel kuşlar

Yürüyelim arkadaşlar

 

Sesimizi yer, gök, su dinlesin

Sert adımlarla her yer inlesin

 

11.ANLATICI: Enver Paşa adının duyulmasını istemiyordu ama Türk'ün tali­hi M. Kemal'e ilerde söyleyerek geleceğe yürüyeceği bir şarkı bile hazırlatmaktaydı.

12.ANLATICI: Selim Sırrı Bey güfteyi eline aldı, şarkıyı söyleyerek odada dinç adımlarla dönmeye başladı. Söyledikçe gençleşiyor gibiydi. Şarkının, söyleyeni gençleştirmek gibi bir tılsımı olduğunu daha hiç kimse bilmiyordu. Şarkı bitince arkadaşına sarıldı:

 

2.OYUNCU: Eline, aklına, yüreğine sağlık. Göreceksin bu küçük şarkı bü­yük iş görecek, çok tutulacak, çok ünlü olacak, dillerden düşme­yecek.

 

BURADA MARŞ SÖYLENİR.

 

1.ANLATICI: Çanakkale zaferinin Türkiye ve dünya tarihi bakımından ge­leceği etkileyen önemli sonuçları ve etkileri oldu. Başlıcaları şöyle özetlenebilir:

 

2.ANLATICI:   M. Kemal Atatürk tarih sahnesine Çanakkale'de çıktı, milli bir kahraman olarak tanındı. Bu durum Milli Mücadele önderliği­ni kolaylaştırmıştır.

3.ANLATICI:   Çanakkale zaferi ordu ve millete özgüven kazandırdı. Ke­netlenilir, direnilirse, emperyalizmin yenilebileceği anlaşıldı.

4.ANLATICI:   Dar bir alanda, savaşın her türlüsünü yaşayan genç ko­mutanlar büyük deney sahibi oldular. Bu komutanlar Milli Mücadele'de, onca yokluk ve yoksunluk içinde, birliklerini büyük ba­şarıyla yönetecek, sonunda zafere uçuracaklardır.

5.ANLATICI:  Çanakkale ruhu, Kuva-yı Milliye ruhunun mayasıdır, bu ruhu hazırlamıştır. Çanakkale ruhu daha gelişerek, büyüyerek, güçlenerek, yaygınlaşarak, derinleşerek, bilinçlenerek Kuva-yı Milliye ruhunu oluşturacaktır. Zaferi, bağımsızlığı, milli egemen­liği, özgürlüğü, aydınlanmayı Kuva-yı Milliye ruhuna ve bilincine borçluyuz. Yeni Türkiye'yi Kuva-yı Milliye ruhu ve bilinci yarattı.

6.ANLATICI: Bu ruh olmasa, Sevres Andlaşması'na göre Türkiye, sonsuza kadar denetim altında tutulacak, kolu kanadı kırık, küçük, zavallı, ordusuz bir devletçik olarak kalacaktı.

7.ANLATICI: Teslimiyetçi İstanbul yönetimi bu barbar, insafsız, rezil Sevres Andlaşması'nı imzalamış, milli­yetçi Ankara yönetimi reddetmiş ve sonunda yırtınıştır.

8.ANLATICI: İstanbul yönetimini mazur görmek ve göstermek, Sevres Andlaşması'nı mazur görmek ve göstermek demektir.

9.ANLATICI: Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, bu nedenlerle, Çanakkale için "Yeni Türkiye'nin önsözü" diyor.

 

DEDE: Ya evlat. Çanakkale demek, insan demek, oradaki insanlar demek, yürek demek, onur demek. Çanakkale sana öğretilene sığamaz evlat. Çünkü Çanakkale destanı demek, Ömer oğlu Boybatlı Mustafa Demek, Yüzbaşı İrfan demek, Albay Mustafa Kemal demek, Oflu Ali Çavuş, Tek kollu Mehmet Çavuş demek, Avstralyalı Herbert demek, Ali Ulvi bey demek, Akçaköyünden Mehmet Oral demek. Oğul sen elindeki bütün bilgisayar karakterlerini ezbere bilirsin ama sanmam ki bunları bilirsin.

 

Kaynak: Gelibolu

Metne dönüştüren: Nedim Buğral – Ocak 2010

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder