05.05.2023
- Mudanya
Şu an pek
çok şey anlamsız geliyor bana. AVM içindeki sürüklenmeler. İş içindeki basit
düğümleri büyütmeler. Günlük hayatın içindeki pek çok şey, hatta siyaset bile.
Dört
aydır Hatay’da devam eden çalışmanın ardından ilk defa bir haftadan uzun bir
süredir Hatay’da değilim. Bu süreç içinde ilk defa kendimi duyma fırsatım oldu. Hatay’da çalışan pek çok kişi hem orada
yaşadıklarına, hem de karakterine bağlı olarak Hatay’dan döndüğünde kendi
sürecini çok farklı yaşamıştır. Bendeki çok net: Oradaki dünya gerçek, orada
yaptıklarım gerçek, buradaki pek çok şey anlamsız.
*Maraş depreminden
bir hafta sonra İBB Yeşil Alanlar Daire Başkanlığından bir toplantı daveti
aldım. Daire Başkanlığı ev sahipliğinde 12 ya da 13 Şubat’ta bazı STK temsilcileri,
akademisyenler bir araya geldi. Hatay’da çocuklara yönelik neler yapılabilir
diye konuşuldu. İki gezici esnek oyun aracı (biz HOP ‘Hayal Gücü Oyun’ aracı
diyoruz) ve esnek oyun alanı deneyimi, bir de benim Marmara ve Van depreminden
kalan saha deneyimim öne çıkınca toplantı Sunay Akın’ın şu önerisi ile
sonuçlandı:
-Nedim’i ve
ilgili arkadaşları tıpkı hava indirme birlikleri gibi önden gönderelim. Buradan
tahminler üzerine konuşmak yerine bizzat sahadan görerek yapılacaklar
belirlensin. Üstelik iki binek araç ile Hatay’ın her yerine hatta köylerine
ulaşılabilirler.
Hatay’ı
gayet iyi tanıyan ve Hatay sınırlarında afetin boyutunu iyice kavramış olan
Sunay Akın’ın bu önerisine minnettarım. Aslında ismini koymadan çalışma
alanımızı belirlemiştik. Şehrin kılcal damarlarında dolaşabilecek, köylere,
kentin çeperlerine gidebilecek bir araç sayesinde mobil esnek oyun alanımızı
götüremeyeceğimiz yer olmayacaktı.
*20 Şubat
günü İBB Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı – ki bundan sonra Oyun İstanbul
markaları ile bahsedeceğim- koordinasyonunda ilgili birimlerden Cemil ve Cihat
Bey ile birlikte Antakya’da İBB Koordinasyon merkezine geçtik. Aynı gün Samandağ’da
ilk keşif çalışmasını yaptık. Gezdiğimiz iki çadır yerleşkesi ile kalan iki
günde sadece pekiştireceğimiz o fikri benimsedik. “Hiç vakit kaybetmeden
başlamalıyız.”
Mustafa ile de
o akşam tanıştım. Koordinasyon merkezinin yanındaki çadırkentte eşi ve 3 çocuğu
ile bir çadırda kalıyordu. Aramızda sıkı bir dostluğun başlangıcı 20 Şubat
akşamı 6.4 depremi ile oldu. Deprem sonrası çadırkentte travması tetiklenen pek
çok insan bayıldı, kaçarken bir yerlerini yaraladı, korkudan çocukların
ayakları kilitlendi. Çadırkentin sağlık odası ana baba günü gibi oldu ve
odadaki hemşir ve hemşirenin kapasitesinin çok üstünde bir yığılma oldu.
Mustafa’nın eşi de o gece bayılanlardan biriydi. Kızı Elif de ilk depremde uyku
sersemi bir şey anlamamıştı. Ama bu 6.4 depremde hem kendi yaşadıkları hem de
annesinin korkusuna tanıklığı ile uzun bir süre çadıra dahi giremeyecekti. O
akşam elimizden geldiğince psikolojik ilk yardımda bulunduk. Bilgimiz ve
becerimizin yetmediği yerlerde güvendiğimiz psikolog ve doktor dostlarımız ile görüntülü
buluşup sürece onları dahil ettik.
Acaba
Elif şimdi ne yapıyor? Sosyal zekası çok iyi. Eczacılara kendini çırak yaptırıp
bütün gününü İBB eczanesinde ablaları ile eczacılık oynayarak geçirebiliyor.
Bir akşam bir bakıyorsunuz iki polis abisi ile ortada sıçan oynuyor. Başka bir
gün ekibimizdeki oyun kurucu arkadaşları tavlamış voleybol oynuyor. Ama o
sosyal ortamı çadır yerleşkesinin yeri sel ihtimali nedeni ile
değiştirildiğinde tamamen kayboldu. Artık İBB personelinden daha uzaklaştı.
Etrafları çitle çevrili ve içeri misafirler kimlik göstererek girebiliyor. Çadırkent
Afad yönetiminde ve kapıda polisler var. Polisler olmazsa olmaz çünkü küçük
Elif defalarca elinde bıçağı sopası olan adamların birbirleri ile kavga
ettiğini gördü. Hatta babasının tartaklandığına şahit oldu. Aslında Elif için
deprem 20 Şubat’tan sonra başladı. Yağmur da olsa soğuk da olsa çadıra
giremedi. Babası ateş yanan bir varilin yanında oturup günlerce kızını
kucağında uyuttu. Benim depreme dair dramatik fotoğraflarımdan ilki Mustafa’nın
ateş başında saatlerce kucağında kızı uyurken oturduğu o görüntüdür. Ve Mustafa’nın,
Elif’in buradaki çocuklar gibi büyümesini görebilmek için daha çok zamana
ihtiyaç var maalesef.
*21 Şubat
günü Kırıkhan’a gittik. Kırıkhan’da ki yıkıma şahit olmamız ve bir sokak
arasında Zehra’nın arkadaşsız kalıp annesini kendisine köleleştirmiş olmasına
tanıklık etmemiz ile sahaya oyun ile müdahale konusunda geç bile kaldığımıza
karar verdik. Zehra ile olan hikayemizi de bir sonraki yazıda anlatacağım.
İsmi
geçmişken; Zehra ile dün görüntülü konuştuk. Esra’yı aradığında. Nedim abi ne
zaman geleceksin yine diye soruyor. En son iki hafta önce uğradığımda kendisi
kek yapmıştı. Keretanın keki de hiç fena değildi. Bayrama doğru gitmem
kesinleşti. Çünkü bayramdan önce geleceğim dedim.
*Ve biz 21
Şubat günü, yüklenmiş yola çıkmaya hazır olan iki HOP aracının Hatay’a
gönderilmesini söyledik. İstanbul’da da her şey çok hızlı yürüyordu. Bir
taraftan iki gönüllü Can ve Ayşegül ile telefon trafiği, bir taraftan araca
yüklenen oyun objeleri ile ilgili Çiğdem Hanım ile yürüyen trafik.
Ve üçüncü güne
girdiğimizde Cemil Bey, Cihat Bey ile asker arkadaşı gibi olmuştuk. Dünyadan
kopmuştuk. Büyük bir insanlık dramının belki de küçücük bir tarafına merhem
olacak bir sürece başlamanın duygudaşlığını yaşıyorduk. En büyük sorunumuz ise
çadırın yanında çalışan jeneratörün sesi nedeni ile sabaha kadar uyumamamızdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder