Aşağıdaki
yazı çok temel bir soruya odaklanıyor. Sınavlarla bilgiyi ölçebildiğimiz için
mi bilgiye dayalı sınav yapısı bir okulun en değerlisi, diğer gelişim alanları
ölçülemediği için mi gemide kurtarılacaklar arasında sonlarda
değerlendiriliyor. Bunu tartışmaya başlamamız dahi okulumuzun ismine yakışır
bir yeniye açıklık göstergesidir. Aşağıdaki alıntı bir eğitimci olarak beni
derinden etkiledi. Alıntı yaptığım bu bölüm ise kafamdaki temel bir soruya
oldukça güzel bir yanıt penceresi açıyor.
Öğrencilerimize ve ailelerine proje
kazanımları ile ilgili nasıl etkili geri bildirimler verebiliriz?
“Standartlaştırılmış
sınavların sınıf etkinlikleri için müfredatı belirlediği bir dönemde
yaratıcılığı nasıl teşvik edebilir ve destekleyebiliriz? Birçok yerde, standart
sınavlar çocukların okul dışındaki özel hayatlarına yönelik gündemi bile
belirler.
Standart
sınavları savunan bazı iyi argümanlar var. Hesap verebilmek , öğretmenler
hakkında geri bildirimde bulunmak ve öğrenciler için bildirimde bulunmak
önemli.
Ama standart
sınavlar doğru ölçümleme yapıyor mu? Sınavlar, öğrencilerin aritmetik
problemleri ne kadar doğru bir şekilde çözdüğünü, geçmişteki önemli tarihleri
ne kadar iyi öğrendiğini, ya da talimatları ne kadar iyi takip edebildiğini
ölçüyor olabilir. Ancak sınavlar çocukların hayatlarında en büyük farkı
yaratacak şeyleri ölçmeye yetkin mi? Özellikle öğrencilerin yaratıcı
düşünebilme yeteneklerini ölçebilir mi?
Okullar
yaratıcı düşünmeyi nasıl ölçeceklerini bilemez. Bu nedenle daha kolay
ölçebilecekleri şeyleri ölçerler. Bu ölçümlerden bazıları faydalı olabilirken
birtakım çarpık öncelikler doğurabilir. Eski bir deyiş vardır: ”Neyi ölçersek
ona değer veririz.” Okullar, çocuklara hayatlarında en büyük farkı yaratacak şeylere
değer vermek ve odaklanmak yerine, ölçebilecekleri şeylere daha fazla dikkat
çekmek ve daha fazla değer vermeyi tercih ediyor.
Artık
yaratıcı düşüncenin (ve ölçülmesi eskiden daha zor bulunan diğer beceriler ve
yetkinliklerin) nicel olarak daha doğru ölçülmesini geliştirmek için yeni
çabalar sarf ediliyor. Günümüzün bilgi takıntılı dünyasında, bazı insanlar
toplanacak doğru verileri buluyorsak her şeyin niceliksel olarak
ölçülebileceğini düşünmektedir. Ben bu konuda kuşkuluyum. Sosyolog William Bruce
Cameron bir zamanlar şöyle yazmıştı: “Ölçülebilen her şeyin değeri yoktur ve
değer verilen her şey de ölçülemez.”
Bugünlerde
eğitimde, kanıtlara dayalı neyin nasıl öğretileceğine karar vermek ve
öğrencilerin başarısını kanıtlara göre değerlendirmek için “kanıta dayalı”
uygulamalar çok tartışılıyor. Kanıtlara değer vermemiz gerektiğinde hemfikirim.
Ancak insanlar genellikle sayılar ve istatistiklerle ifade edilen nicel
kanıtlara odaklanıyor. Bu bir sorun. Eğer en değerli ve en önemli şeyleri
(yaratıcı düşünme ve öğrenmenin hazzı gibi) desteklemek istiyorsak, delil
kavramınızı genişletmemiz gerekir. Çocukların öğrendiklerini ölçmeye
çalışmaktan ziyade (rakamlar), öğrendiğini belgelemek zorundayız (sağlam
örneklerle). Çocukların ne öğrendiklerini, cevaplarını doğru/yanlış şeklinde
değerlendireceğimiz bir sınavla ölçmeye çalışmak yerine, çocukların projelerini belgelendirerek, nasıl ve neden
yarattıklarını göstermek için onlarla beraber çalışmalıyız. Aslında öğretmenler
ve diğerleri, bu porfolyoları daha sonra gözden geçirebilir ve çocuklara
projeleri ve öğrenim süreçleri hakkında önerilerle geri bildirimler sunabilir.
Çoğu okul
sistemi ve çoğu insan, portfolyo tabanlı yaklaşımları “sağlam nümerik ölçümler”
kadar ciddiye almaz. K12 eğitiminde portfolyolar genellikle değerlendirmeye
“yumuşak” bir yaklaşım olarak küçümsenir. Halbuki portfolyoların ve nicel
olmayan kanıtların diğer diğer bağlamlarda çok başarılı olduğu kanıtlanmıştır.
MIT’de öğretim üyesi olarak terfi için beni değerlendirirken kullandıkları
süreci ele alalım. Kimse beni sınava tabi tutmadı. Kimse araştırma katkılarımın
nicel bir analizini gerçekleştirmedi. Onun yerine, araştırmanın örneklerini
içeren bir portfolyo oluşturmam istendi.
Daha sonra
MIT, alanımdaki uzmanlardan portfolyomü gözden geçirmelerini ve araştırma
katkılarımın anlam ve yaratıcılığına dair geri bildirim vermelerini istedi.
Biz de
öğrencilerimizi MIT Media Lab’daki yüksek lisans programımıza kabul ederken,
portfolyolara ve sayısal olmayan değerlendirme biçimlerine odaklanırız. Başvuru
sahiplerinden herhangi bir test puanı ibraz etmeleri istenmez. Başvuru
sırasında kolej notlarını gösteren transkrip talep edilmesine rağmen, onlara
nadiren bakarım. Bunun yerine, başvuru sahiplerinin projelerinde ne amaçla
çalıştıklarını, neler öğrendiklerini ve sonrasında neler yapmak istediklerini
belirttikleri proje portfolyolarına ve araştırma ifadelerine bakarım.
Nicel
olmayan değerlendirmelere yapılan bu vurgu, Media Lab’ın yaratıcılığa ve
yenilikçiliğe yaptığı odaklanmaya tam manasıyla uygundur. Yaratıcılığı ve
yeniliği nicel olarak ölçmek kolay değildir. Bu nedenle değerlendirme için
farklı yaklaşımlara güvenmemiz gerekir. Eğer portfolyolar ve diğer nicel
olmayan yaklaşımlar Medya Labaratuvarı için uygunsa, neden K-12 okulları için
de olmasın?
K-12 öğrencilerinin
nasıl değerlendirileceğine dair kolay cevaplar olduğunu öne sürmüyorum. Media
Lab’de kullandığımız yaklaşımların çoğunun çoğaltılması kolay değildir,
dolayısıyla çok sayıda öğrenciyi değerlendirmek için kullanılması mümkün
olmayabilir. Ancak test ve ölçümleme konusunda süregelen K12 odağı
eğitimcilerin, araştırmacıların ve ebeveynlerin odağını bozabiliyor. Bugünün
çocuklarını yarının toplumunda başarılı olmaya hazırlamakla gerçekten
ilgileniyorsak, değerlendirme yaklaşımlarımızı yeniden gözden geçirmemiz
gerekir. Ölçülmesi en kolayı olanı değil, çocukların öğrenmesi için en önemli
olanı ölçmeye odaklanmalıyız.”
Mitchel
Resnick
Yaşam Boyu
Anaokulu- Aba Yayın
Sf.157-160
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder